"Ağbi, gel senle itifaiyecilik oynayalım, gel gel!" diyerek üstünde oturduğu halıya çağırdı beni kardeşim. Zaten yeteri kadar sıkılmışım bilgisayar oyunlarından, zaten yaz aylarının verdiği bıkkınlık duygusuyla kendimi salmaya çalışıyorum bir taraflara, bırakıverdim kendimi halının üstüne. "Ohh" dedim, "uzun zamandır yatmıyordum bu halıya sereserpe". Aynı şekilde, uzun zamandır itfaiyecilik ve benzeri oyunlarla da içli dışlı değildim doğal olarak. "Ee, hortumcu kim olacak?" diye sordum, tersledi velet: "Ne hortumcusu yaa, al şu kırmızı arabayı. İtfaiye kabul et onu, halının kenarındaki yolu da otoban kabul ederek sür işte!"
O zaman anladım, çocuk olmak yaratıcılık gerektiriyor, o da bir yetenek işi. Yoksa, ne çocukluğunuz kalır güzel anılarla, ne geniş bir hayalgücünüz. Benim zamanımda, çok yaşlıymışım gibi, herhangi bir "şeyciliği" o "şey" olup oynardık. Polisçilik oynuyorsak, polis olurduk, koltukları falan döverdik. Artık Avrupa Birliği'ne girmiş çocuklar herhalde, uygarca, hangi "şeyciliği" yapıyorlarsa o "şey"in kullandığı aracı kullanarak dolaşıp duruyorlar. Evcilik oynayan kuzenimi de gördüm, artık direkt mutfakta, simülasyon olarak oynuyorlar oyunlarını. Yine de, eskiden daha mı zevkliydi ne? Yoksa ben mi büyüdüm, olamaz.
O sürüyor, ben sürüyorum, o sürüyor, ben daha hızlı sürüyorum, o sürüyor, ben biraz daha sürüyorum. Bir süre sonra, hâliyle, her ne kadar şerit değiştirip dursam da sıkılıyorum. Kardeşim sıkılmıyor tabii, dursam akşama kadar sürüp duracağız. O an aklıma bir fikir esiverdi, sağdan soldan eşyalar alıp yola şekil vermeye, renk kazandırmaya başladım. Bir yandan da, içimde, hayalgücü konusunda kardeşim gibi ezeli bir rakibi geçmiş olmanın keyfini yaşıyorum. Daha önce binlerce çocuğun bunu hayata geçirdiğinden haberim yok, seviniyorum çocukluk hayatından erkenden uzaklaşmış biri olarak tabii. Birkaç mumu, sokak lâmbası olarak görüp yolların etrafına koydum, oyuncak adamları yayalar olarak farz edip kaldırım olarak varsaydığım ince kenar şeritlere koydum, cd'leri dağıtarak bataklıklar, iskambil kağıtlarını kurmaya çalışarak tüneller yaptım. Güzel de oldu, yarım saat daha sıkılmadan oynayabilirdim "itfaiyecilik". Fakat, sadece yarım saat. Ardından, kardeşimi de kendi sanal ortamıma sürükleyerek, belki de esas çocukluğundan uzaklaştırarak, Micro Machines V4'ü tanıma faslına geçtim. Yanımda kardeşim, arkamda dağınık bir oda, önümde tatlı olduğuna dair büyük ön görüşler uyandıran bir oyun. Oynadık, aşağıdaki tatlı halı ortamına tercih etti oyunu çocukcağız. Ee, bizden daha geniş imkânlara ve hayalgücüne sahip yapımcılar var. Biraz ağabey olup da daha iyisini sunamamanın ezikliği, biraz da oyunu sevmiş olmanın güzelliği, Micro Machines V4 oynuyoruz gözlerimiz açık...
Kaçınılmaz olarak, oyunun "micro", yani küçük araçları konu edindiğini anladığınızı umuyorum. Hani, biraz önce bahsettiğimiz gibi, küçükken halıların kenar şeritlerine konuk olan küçük araçlar, daha önce konsola oldukları gibi, şimdi de bilgisayarlarımıza konuk oluyorlar. Bize de sanal odalarımızın kolonlarına "hoş geldiniz Micro Machines" yazmak düşüyor.
Micro Machines, ilk olarak konsol oyunu olarak şenlendirdi sıradan yarış oyunlarından bıkan bünyeleri. Uzun zaman sonra, Codemasters'ın çabasıyla, Supersonic yapımı oyun bilgisayar kullanıcılarının aletlerine de iştirak etme şansı buldu. İlk duyurunun ardından, tıpkı Sensible Soccer 2006'da olduğu gibi ufak bir tereddüt yaşandı fakat bu kez yapımcı firmanın ismi, oyunun -hiç olmazsa- vasatın üstünde olacağını garanti ediyordu. Nitekim, sonuç aşağı yukarı beklendiği gibi oldu ve grafiksel açıdan fazla bir şey vaat etmese de eğlence açısından oldukça doyurucu, hâtta artık tüm oyunlardan sıkıldığı için kendi kendine serzenişte bulunan oyuncuları bile oyun dünyasına yeniden bağlayabilecek kadar etkili bir oyun görünümünde ortaya çıktı. Klasik "eski ruh" görüşlerinin yeniden hortlayıp "eski ruh yok yahu" diye ortaya çıkması, üzülerek söylüyorum ki, kaçınılmaz bir hâl aldı; o klasik ruhları artık hiç kimse geri getiremez, bu bir gerçek. Remake denilen yeniden yapımları, mümkün olduğunca kabullenerek oynamak zorundayız, büyük beklentiler içerisinde olmamak gerekiyor.
Türünün tek örneği olan Micro Machines serîsiyle daha önce hiç içli dışlı olmayanlar için (tıpkı benim gibi, sadece V2 ile -yanılmıyorsam- ufak bir tanışma süreci geçirebilmiştim maalesef), ufak bir oyun tasviri yapalım, Micro Machines'te, genellikle ev odalarından oluşan, fakat yaratıcılığa göre kümes, müze gibi yerlere de kayabilen mekân seçimlerinde, çocukların elinden düşmeyen ufak oyuncak arabalarla yarışarak, alıştığımız klasik yarış oyunlarının monotonluğundan biraz olsun kurtulmaya çalışıyoruz. Yarışmanın, yalnızca görüntü olarak bir farklılık oluşturacağı bilindiği için, bunu yaparken sadece yarışmak dışında, etraftan toplanan küçük silah ve bonus'lar yardımıyla oyunu daha renkli bir hâle getirip, adeta bir gökkuşağı oluşturuyoruz (?).
Bu tasviri yaptıktan sonra, bir an tıkanıyor insan. "Ee?" diyor, işte o zaman, en büyük eksi çıkıyor ortaya: Oyunda hiç yenilik yok. Tamam, belki sadece bir "yeniden yapım"la karşı karşıyayız, fakat oyunun isminde "V4" ibaresini de gördüğümüz için, insan ister istemez yeni bir şeyler arıyor. Fakat maalesef, yaptığımız kısa tasvirle oyunun çoğunu özetleyip bitirmiş oluyoruz. Oda ve binalarda, ufak araçlarla, yerine göre bonus'lar ve silahlar kullanarak rakibimizi yenmeye çalışıyoruz, olay bundan ibaret; her ne kadar tatlılığı anlata anlata bitirilemeyecek olsa da. Şöyle bir farkı da var ki sıradan yarış oyunlarından, rakibimizle bitiş çizgisine göre değil, birbirimize göre yarışıyoruz. Yani, parkurun uzunluğu o kadar da önemli değil. Vurulmalara, bonus'lara göre puan kazanıp-kaybetmelere, dolabın -örneğin- üstünden düşmelere ve açık ara fark yapmalara göre kazanılan puanlar doğrultusunda, bir dövüş oyunu gibi verilen çizgileri doldurmaya çalışıyoruz. Kim kendininkini daha çabuk doldurursa yarışı birinci tamamlıyor, fakat maalesef "perfect" olayı yok.
Şu günlerde eğlence için her şeyini verebilecek olan kişilere derman olması yüksek ihtimal görünen oyunda seçilen araçların, mekânların ve eskisinden çok farkı olmayan normal düzeydeki grafiklerin hiçbir önemi yok; uygun ses efektlerinin de yerleştirilmesiyle, her ne kadar renkli müziklere sahip olmasak ve oynanış insana biraz fazla hızlı gibi gelse de, sadece eğlenmeye odaklanmamak için hiçbir sebep yok. İbrahim Tatlıses'in de dediği gibi, Supersonic'te Electronic Arts imkânları mı vardı da kullanılmadı?
Küçük oyuncak arabalarımıza yeniden, hem de hiç fena olmayan bir şekilde kavuştuk. Gönül, alâkasız olsa da, küçük plastik askerlerimize kavuşmayı istemeden de duramıyor, hele hele savaş bölgesindeki masum çocuklar için. Büyük askerleri görünce sevinir miydik eskiden?