Gönderen Konu: Agatha Cristie: And Then There Were None  (Okunma sayısı 594 defa)

Çevrimdışı Force23

  • 1. SINIF ÜYE
  • *****
  • İleti: 32.652
  • Puan 334
  • Cinsiyet: Bay
  • !!ƒяєєѕтуℓєя!!
    • Profili Görüntüle
Agatha Cristie: And Then There Were None
« : 10 Ağustos 2007, 18:47:16 »
Ne idüğü belirsiz, gizemli bir adam, sizi herhangi akıl çelici bir nedenden dolayı dokuz kişinin daha çağırıldığı adadaki malikânesine davet ediyor. Gece geç saatlerde, yakışıklı ve genç bir adamın kullandığı bot ile malikâneye götürülüyorsunuz, fakat fırtına dolayısıyla bot parçalandığı için geri dönemiyorsunuz. Adada mahsur kalıyorsunuz ve etrafınızdaki diğer insanlar teker teker ölmeye başlıyor. Zamanla anlıyorsunuz ki, bir Agatha Cristie romanındasınız ve çözümlenmesi gereken sırlar var...

Agatha Cristie'nin hem ülkemizde, hem de yabancı ülkelerde ne kadar çok okunan bir korku-polisiye romanı yazarı olduğunu az çok hepimiz biliyoruz. And Then There Were None da, Agatha Cristie'nin "On Küçük Zenci" isimli romanından uyarlanmış bir macera oyunu. Agatha Cristie bu kadar popülerken, kitaplarının oyuna dönüştürülmesi gayet doğal, fakat keşke böyle harika bir konu yapımcılar tarafından daha iyi ele alınsaydı demekten de kendimi alamıyorum. Oyunun adının "And Then There Were None" olmasının nedeni romanda bahsi geçen konuyu özetleyen tekerlemenin son dizesinin "Ve hiç kimse kalmadı..." olması. Evet, aynen Agatha'nın dediği gibi hiç kimse kalmıyor çünkü herkes teker teker, tam bilinmeyen nedenlerden dolayı ölüyor. Yazı boyunca bu nedenlerden ve sırlardan bahsedeceğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz, böyle mükemmel bir konuyu tüm sırları ortaya dökerek harcamaya gönlüm el vermez.

  Oyunda, kim tarafından öldürüldükleri bilinmeyen, sapır sapır dökülen kişilerden birini değil, o kişileri mâlikâneye getiren botun sürücüsünü kontrol ediyoruz ve bizim de ortada dönen olaylardan haberimiz yok. Koskoca mâlikânede sürekli sağı solu araştırıp elimize geçeni inventory listemize atarak zorlu bulmacaları çözmeye çalışıyoruz. Kocaman, gerçekten kocaman bir mâlikânede onlarca odayı araştırıp sürekli ipuçları bulmaya çalışmak bir süre sonra insanı doğal olarak sıkıyor. Aldığımız çoğu eşya kitap olduğu için de bulmacaları çözmek daha da çok işkence hâlini alıyor, insanın içindeki bulmaca çözme hevesi kursağında kalıyor. Bulmaca çözme hevesi dedim, çünkü oyun özellikle ana menüsüyle oyuncuya "Uff çok gizemli lan. Hadi çözelim şu düğümleri!" dedirtiriyor ve direkt New Game'e tıklattırıyor. Ancak hem birbirleriyle alâkasız nesnelerin bağdaştırılması gereken bulmacalar hem de zaman gerektiren bulmacalar olduğu için, tüm hevesimiz kursağımızda kalabiliyor. Aşırı sabırlı değilseniz, böyle ermiş kişi falan değilseniz emin olun kısa bir süre sonra bu bulmacalar sizi bayacak. (Tikky'liğe yelken açmadım, arada yapıyorum böyle yeşillikler.) İsterseniz sırayla amel defterlerini kapatan karakterlerimizi gözden geçirelim. İstemezseniz, skip intro. (Evet evet, ben gerçekten iğrenç biriyim. Ayrıca yok intro neyin, daha bizde o teknoloji gelişmedi.)

Patrick Narracott: Evet gerçekten çok zekisiniz, en başta yazdığım karakter bizim canlandırdığımız karakter, yani bot sürücüsü oluyor. Patrick, kara bahtlı kem talihli kahramanımız, şehirde hasta bir ağabeyi olmasına rağmen botu gizemli bir şekilde batırıldığı için Shipwreck Adası'nda, mâlikânede kalmak zorunda kalır. Daha eve döner dönmez ortada gizemli bir şeylerin olduğunu anlayınca, hemen araştırmaya koyuluyor ve herkes ölmeden önce bu mâlikâneden ve mistiklikten kurtulmayı amaç ediniyor. Tabiî ne kadar başarılı olacağı size kalmış. Bu arada Patrick'teki Erol Büyükburç tipini görmezden gelemeyeceğim, lütfen karizmayı dikkatle izleyin. Evet, gel Uğur, gel gel gel gel! Kaldır benim kelleyi ordan! Heh! Mimiğe bak sevgili Şansal... Hepsi bir yana, hazır Patrick'ten söz etmişken oyun sırasında inventory'nizdeki nesneleri kullanmaya çalıştığınızda Patrick'in sürekli aynı şeyleri söyleyerek sizi geri çevirmesinin, hele hele bu geri çevirmeler sırasında monoloğu geçememenizin çok sinir bozucu olduğunu da belirteyim.
Dr. Edward George Armstrong: İsmi dolayısıyla hem saygı hem de bıkkınlık uyandıran Edward ağabeyimiz, isminin başındaki ünvan dolayısıyla sizin de tahmin edebileceğiniz üzere doktor. Hem de ünlü bir doktor. O nasıl oluyor anlamış değilim, Semra Hanım'ı susturabilecek bir çare mi bulmuş acaba! Neyse, her ne yapıp da ünlü olduysa, Dr. Edward, mâlikâne sahibi Mr. U.N. Owen (okuyun bakayım ne çıkıyor, anovın. Yani, unknown. Yani, bilinmeyen. Yaa... Öpün bakayım Agatha'nın elini.) tarafından, Mrs. Owen'ın doktoru olmak üzere adaya davet ediliyor. Alkolik de olmasa, evlenilecek türden bir adam yani. Bunu kimseye benzetemedim, ama kravatı sarı-lacivertti, gözüm tuttu.
William Henry Blore: Kapıcı bakışlı, yaşlıca suratlı William, Bay Bilinmeyen tarafından, mâlikânedeki değerli eşyalara göz kulak olması için adaya davet edilen özel bir dedektiftir. Tabiî dedektif olarak gelmesi onun da bu garip kaosa karışmasına bir engel teşkil etmeyecektir.
Emily Caroline Brent: Pek varlıklı olmayan Emily, Bay Bilinmeyen tarafından bir mektup aracılığıyla "misafirhane" adı altındaki mâlikâneye misafir olarak çağrılır ve Emily de bunu geri çevirmez. Mahallenin Muhtarları isimli dizideki, yanlış hatırlamıyorsam Ziya karakterinin karısından yola çıkılarak modellenmiş Emily. Orta hâlli, kısa siyah saçlı, zayıf bir kadın.
Vera Elizabeth Claythorne: Bay bilinmeyenin karısının sekreteri. Sekreter olduğu güzelliğinden sonuna kadar anlaşılan, kızıl saçlarıyla beni bitiren Vera'yı bu olayların içinde görmek yerine yanımda görmek isterdim. Ah Vera Ah... Hâtta şiir yazalım kıza, tavlanır gelir bakarsınız. Lütfen şiiri Gülben Ergen'in (söz-müzik: Sezen Aksu muhtemelen) "Kandıramazsın Beni" isimli şarkısının melodisiyle okuyunuz.

    Aklımı aldın Vera
    Hepsi senin mi Vera
    O dudak ne öyle Vera
    Ver bana ver bana Vera
    Gönlünü ver bana Vera

Philip Lombard: Hiçbir şeyi ciddiye almasa da, hayatını dünyayı dolaşmaya adamış olsa da, Lombard'da tam bir "eski Türk filmlerindeki kötü adam" tipi var. Tecavüzcü tipi de var. Her türlü pisliği bu herifin tipinde bulabilirsiniz yani. Ama maceracı adam. Sevdim keratayı. (Çok cıvıdım, farkındayım. "Bu kızı yeniden büyütmeliyim, kor ateşlerde yürütmeliyim, değirmenlerde öğütmeliyim, farkındayım; farkındayım...")
General John Gordon Macken: İsmini Almanmış gibi okuduğunuzda tam bir asker havası veren, zaten emekli general olan John, yetmişli yaşlarında olan yaşlı ve düzgün tipli bir adamdır. Komşu sohbetlerinden ve aylak yaşlılık hayatından bıkmış olduğu için, Bay Bilinmeyen'in davetini hemen kabul eder. Generalin bıyıklarına bittim ben. Bakın dikkat edin oyunu oynarsanız, adamın bıyıkları ile burnu arasında gözle görünür bir açıklık var. Onu nasıl becermiş anlamadım.
Anthony James Marston: Kaşlarını yüz seksener derecelik açılarla bükebilme becerisine sahip olan Anthony, tam bir parti manyağıdır ve arabayla hız yapmak, kusacağını bile bile deliler gibi içki içmek onu çok mutlu eder. Onun için de, zenginliğin de verdiği sarhoşlukla teklifi hiç tereddüte düşmeden kabûl eder.
Ethel Rogers: Thomas Rogers'ın, hizmetçi karısı. Mâlikânede, aynı kocası gibi, Owen'ları hiç görmemesine rağmen misafirlere hizmet etmek üzere görevlendirilmiştir ve hayatının çoğunu varlıklı ailelere hizmet ederek geçirmiştir.
Thomas Rogers: Ethel'in kocası, aynı onun gibi hizmetçi. Uzun yıllardır Ethel ile evli olan Thomas, işini en iyi yapan hizmetçilerden biri.
Judge Lawrence John Wargrave: Emekli, yaşlı, kel Lawrence, sözde mâlikâneyi yeni aldığını iddia eden bir arkadaşı tarafından adaya çağrılır.

Sıkıcı, gereksiz ve uzun bulmacalarıyla uyutuculuğu ön plâna çıkan And Then There Were None, grafik konusunda da aynı oynanışta olduğu gibi bekleneni pek veremiyor. İki-üç yıl öncesinin modelleme ve kaplamalarından oluşan grafikler, sadece uzaktan hoş görünüyor. Ne demişler, davulun sesi uzaktan hoş gelir. Uzaktan gayet hoş duran nesnelere yakınlaştığınızda "öyk"leyebilirsiniz. Seslendirmeler de pek başarılı değil. İngilizce, her kelimenin üzerinde iki saniye düşünülerek, vurgulu vurgulu konuşuluyor. Bu da gerçekçilik konusunda sıkıntı yaratıyor. Grafiklerin, seslendirmelerin ve oynanışın aksine, müzikler ise konuya yakışan, gerici tondan oluşan, piyanoyla yapılan hoş müzikler. İnsan hoşlanıyor piyanonun tınısından, hâtta yarı yarıya âşık oluyor.

Kıssadan hisse, konu ve müzik atmosferi itibariyle çok hoş ve sürükleyici ancak oynanış, grafik ve yapmacık seslendirme yüzünden sınıfta kalan, elindeki mükemmel konuyu -maalesef- harcayan bir oyun And Then There Were None. Yine de, can çekişen macera oyunlarının arasından sıyrılabilecek, yılın sayılı güzel macera oyunlarından biri. Agatha Cristie hayranlarının, hele hele macerasever Cristie hayranlarının kesinlikle tatması gereken bir yapım.
Only God Can Judge Me !!
They''ll Never Take Me Alive